TÜRK BORÇLAR KANUNUNDA VE DİĞER KANUNLARDA DÜZENLENEN FAİZLER

TÜRK BORÇLAR KANUNUNDA VE DİĞER KANUNLARDA DÜZENLENEN FAİZLER

Faizin Tanımı:

Faiz, alacaklının talep etmeye yetkili olduğu bir miktar parayı kullanamaması nedeniyle, mahrum kalınan süreye bağlı olarak ödenmesini talep edebileceği bir karşılık ve tazminattır. Başka bir tanıma göre de faiz sermayenin geliridir. Faiz borçları para borçlarından ayrı düşünülemez.

Faiz; hukuki yönden para alacağının medeni (yasal) semeresidir. Başka bir ifade ile faiz, ödünç akdi veya başka bir hukuki muamele yahut fiil neticesinde başka bir kimseden alacaklı duruma geçen kimsenin para alacağının karşılığı ve bir nevi ücret ve kirası olarak tanımlanmaktadır. Bu tanım, faizin genel tanımı olup, faizin türlerine göre çeşitli eklemelerle değişiklik gösterebilmektedir. Para borcunun söz konusu olduğu her halde borçlunun faiz ödemesi gerekmez. Ancak taraflar arasındaki sözleşmede faiz ödeneceği kararlaştırılabileceği gibi bir kanun hükmü ile de borçlu faiz ödemekle yükümlü kılınabilir. Bankaların temel gelirleri, kredi faizleridir. Katılım bankalarında krediye benzer bir işlem olan bireysel finansman işlemlerinde ise faiz yerine kâr payı geliri elde edilmektedir.

Faizin Türleri

Türk Hukukunda faizin çeşitli açılardan sınıflandırıldığı ve isimlendirildiği görülmektedir. Aslında iki faiz türü vardır: Anapara faizi ve temerrüt faizi. Bu faiz türleri sözleşmeden doğabileceği gibi kanundan da doğabilir. Diğer taraftan ister sözleşmeden doğsun ister kanundan doğsun fark etmeksizin, faiz oranları kanunla belirlenmiş de olabilir ki bu durum faizin hukuki kaynağının sözleşme ya da kanun olmasından bağımsızdır.

Kanuni Faiz

Faiz ödenmesi gereken hallerde miktarı sözleşme ile tespit edilmemişse, ödenecek faiz kanuni (yasal) faiz olarak nitelendirilir. Kanuni faiz oranı yasa ile belirlenmiştir. Sözleşmeden doğan anapara veya temerrüt faizi oranlarının sözleşmede gösterilmemiş olduğu hallerde ve anapara faizi ve temerrüt faizinin doğrudan doğruya kanundan doğduğu hallerde “kanuni faiz oranları” uygulanır.

3095 sayılı Kanunun “Kanuni faiz” başlıklı 1. maddesi; “Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanununa göre faiz ödenmesi gereken hallerde, miktarı sözleşme ile tespit edilmemişse bu ödeme yıllık yüzde on iki oranı üzerinden yapılır. Cumhurbaşkanı, bu oranı aylık olarak belirlemeye, yüzde onuna kadar indirmeye veya bir katına kadar artırmaya yetkilidir.” Şeklindedir.

Türk Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu’na göre faiz ödenmesi gerekip de miktarı sözleşme ile tespit edilmemiş olan hallerde gerek “yasal faiz” ve gerekse “yasal temerrüt faizi” yönünden uygulanması gereken hükümler, 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun getirilmiştir. Böylece, 01.05.2005 tarihinden itibaren uygulanmak üzere 3095 sayılı Kanunun 1. maddesinde yapılan düzenleme ile, Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu’na göre faiz ödenmesi gerekip de bunun miktarının sözleşmeyle tespit edilmediği hallerde kanuni faiz oranı yıllık “yüzde oniki” olarak tespit edilmiş; bu oran, aynı maddenin ikinci fıkrasında yer alan hüküm gereğince (eski hali bakanlar kurulu), Maliye Bakanlığı’nın 16.12.2005 tarih ve 43953 sayılı yazısı üzerine, Bakanlar Kurulu’nun 19.12.2005 tarihli 2005/9831 sayılı kararı ile, 01.01.2006 tarihinden geçerli olmak üzere yıllık “yüzde dokuz”a indirilmiştir. Bu karar 30.12.2005 gün ve 26039 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Bu düzenlemeye halen yürürlükte olup kanuni faiz oranı %9 olarak uygulanmaktadır.

3095 sayılı Kanunda 5335 sayılı kanunla yapılan değişiklikle yasal faiz ve ticari olmayan yasal temerrüt faizi yönünden hesap tarzı değiştirilerek yeni bir hesap tarzı belirlenmiştir; oranı yasa ile belirlenmiş olan kanuni faiz, taraflar sözleşme ile anapara (sermaye) faizi ödeneceğini kararlaştırıp oranı belirlememişlerse, bir başka anlatımla faiz ödenmesi gereken hallerde oranı sözleşme ile tespit edilmemiş olduğu hallerde uygulanır.

Akdi Faiz

Akdi faiz, akit (sözleşme) ile kararlaştırılan faizdir. İster anapara faizi niteliğinde olsun isterse temerrüt faizi niteliğinde olsun; faiz ödeme yükümlülüğü sözleşme ile kararlaştırılabilir ki buna sözleşmeden doğan faiz (akdi faiz) adı verilir. Kural olarak taraflar, düzenledikleri sözleşme ile faizin ödeme yeri ve şekli, işlemeye başlayacağı tarih ve oranını serbestçe kararlaştırabilirler.

Anapara (Kapital) Faizi

Anapara (kapital-sermaye-resulmal) faizi ise, borçlunun henüz temerrüde düşmeden ödemesi gereken sözleşmeyle kararlaştırılan faizdir. Anapara borcu üzerinden vade tarihine kadar işleyecek faizi ifade eder. Sözleşme uyarınca, alacaklıya ait bir miktar paranın faiz karşılığı elde etmek amacıyla ödünç verilmesi veya herhangi bir şekilde borçluda kalması halinde faiz ödenmesi kararlaştırılmışsa söz konusu olur. Anapara faizi çoğu kere sözleşmeden doğar. Uygulamada, banka kredi sözleşmelerinde; hesabın işletildiği sürece veya bir ödeme tarihi (vade) belirlenmişse bu tarihlere kadar hesaplanacak faiz anapara (kapital-sermaye-resulmal) faizi, hesabın kat edilmesinden sonra işleyen faiz ise temerrüt faizi olarak kabul edilmektedir.

Temerrüt (Gecikme) Faizi

Uygulama ve öğretide baskın görüş olarak, temerrüt (gecikme) faizi; borçlunun para borcunu zamanında ödememesi ve temerrüde düşmesi üzerine kanun gereği kendiliğinden işlemeye başlayan ve temerrüdün devamı müddetinde varlığını sürdüren, alacaklının zararın varlığını ve miktarını ve borçlunun kusurunu ispat zorunda kalmaksızın borçlunun ödediği ve miktarı yasalarla belirlenmiş asgari, maktu bir tazminattır.

Para borçları açısından borçlu temerrüdüne bağlanan sonuçlardan birisi, temerrüt faizi ödeme yükümlülüğüdür. Temerrüt faizi borçlunun para borcunu zamanında ödememesi ve temerrüde düşmesi üzerine kanun gereği kendiliğinden işlemeye başlayan ve temerrüdün devamı müddetince varlığını sürdüren bir karşılık olması itibariyle, zamanında ifa etmeme olgusuyla doğrudan bir bağlantı içindedir. Temerrüt faizi belirtilen temel amaca hizmet etmenin yanı sıra, pratik başka amaçlara da yöneliktir. Alacaklının bir zarara uğrayıp uğramadığı veya zararın temerrüt faiz oranından daha düşük olup olmadığı tartışmalarına meydan verilmeksizin, borçlunun faiz ödemeye peşinen zorlanması yargı organlarını büyük bir yükten kurtarmakta ayrıca, borçluyu zamanında ödemede bulunmaya sevk etmektedir.

Temerrüt faizi, muhtemel zararların giderilmesi amacıyla doğrudan doğruya yasa koyucu tarafından öngörülmüş bir karşılık olup, talep edilebilmesi için gerçekten bir zarar görülmüş olması gerekli değildir. Bu konuda borçluya bir ispat hakkı da tanınmış olmadığı gibi, borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olması da şart değildir. Tanımlanan bu özellikleri ile öğretide de hâkim olan görüş temerrüt faizinin, alacaklının aksi iddia olunmayan farazi zararının asgari oranda giderilmesine yönelik maktu ve götürü bir tazminat niteliği taşıdığı yönündedir. Temerrüt faizinin fonksiyonu ve bu faizi öngören yasal düzenlemenin amacı göz önüne alındığında tazminat nitelemesine varılabilir.

Bileşik Faiz

İşlemiş faizin dönemler halinde anaparaya eklenmesi suretiyle bulunan tutara yeniden faize faiz yürütülmesi şeklindeki işletilen faize bileşik (mürekkep) faiz denir. Adi işlerde faize faiz yürütülmesi yani bileşik faiz uygulanması Türk Borçlar Kanunu 388/3 hükmü ile açıkça yasaklanmıştır. 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu m. 26/2, 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun m. 4/7 ve TBK m. 121/3 ile açık şekilde bir şekilde bileşik faize yasak getirmektedir.

3095 sayılı Kanunun 3’üncü maddesinde de Türk Ticaret Kanunu hükümleri saklı tutulmak suretiyle bileşik faiz uygulaması yasaklanmıştır. Bu düzenleme ile ticari işler bakımından uygulamanın farklı olacağı belirtilmiştir.

Türk Ticaret Kanununda sadece üç istisnai halde bileşik faizin uygulanabileceği kabul edilmiştir. Söz konusu istisnai haller şunlardır;

– Üç aydan aşağı olmamak üzere cari hesaplarda, taraflar tacir ise faize faiz yürütülmesi mümkündür (TTK m. 8/2).

– Üç aydan aşağı olmamak üzere her iki taraf bakımından ticari iş niteliğini haiz olan ödünç sözleşmelerinde taraflar tacir ise faize faiz yürütülebilir (TTK m. 8/2).

– Kambiyo senetlerinde müracaat hakkının kullanılması sebebiyle ödeme yapan müracaat borçlusu, kendinden önce gelen kişilere rücu ederken ödediği faizlere tekrar faiz isteyebilir (Türk Ticaret Kanunu m. 726, 778/1-d, 818/1-l).

Türk Ticaret Kanununda sayılan sadece üç istisnai hal dışında gerek anapara faizine ve gerekse de temerrüt faizine tekrar faiz yürütülmesi yani bileşik faiz yürütülmesi mümkün değildir.

Faizin Hukuki Niteliği

Faiz alacağı, asıl alacağa bağlı fer’i nitelikte ancak ondan bağımsız bir alacaktır. Fer’i nitelikteki faiz alacaklarının hukuki durumu asıl alacağın kaderine bağlı haklardandır. Türk Borçlar Kanunu 131. maddesi uyarınca asıl alacak sona erdiği takdirde bağlı hak ve borçlarda sona ermiş olur. Bunun doğal sonucu olarak da asıl alacak sona erdiğinde faiz borcu da sona erer. Sona ermiş bir alacağın faizini talep edebilmek için bu hakkı saklı tutmak gerekir. Bunu isteme hakkının sözleşmeyle veya ifa anına kadar yapılacak bir bildirimle saklı tutulmayan ve durumun gereklerinden ödeneceği anlaşılmayan faiz istenemez. Bağlı haklarda asıl alacağın kaderine bağlılık kuralı zamanaşımı yönünden de uygulanır. Türk Borçlar Kanunu 152. maddesi gereğince kural olarak asıl alacağın zamanaşımına uğramış olması, faiz borçlarını da zamanaşımına uğratır. Ancak asıl alacak ile faiz farklı zamanaşımı sürelerine tabi olabilirler.

Türk Borçlar Kanunu m. 147/1 uyarınca anapara faiz alacakları beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğundan asıl alacaktan önce zamanaşımına uğraması mümkündür. Asıl alacak yönünden zamanaşımının kesilmiş olması faiz alacağı için de kesildiği anlamına gelmez.

Türk Borçlar Kanunu 147/1 uyarınca faiz alacağı asıl alacaktan/ anaparadan ayrı talep ve dava edilebilir. Faiz, asıl alacağa bağlı, ikincil (feri nitelikte) ancak, ondan bağımsız bir alacak olduğundan belirli bir miktar paradan ibaret alacağın ödetilmesi istemiyle açılmış olan bir davada veya bu yöndeki bir icra takibinde faiz istememiş olan alacaklı, faizden açıkça feragat etmedikçe, asıl alacağa ilişkin dava veya takipte buna ilişkin hakkını saklı tutmasına dahi gerek olmaksızın, asıl alacak zamanaşımına uğramadığı sürece, faiz için ayrı bir dava veya takip yoluna gidilebilir. Diğer yandan Türk Borçlar Kanunu 189/2 uyarınca alacaklı, asıl alacağı devrettiğinde faizini de devretmiş olur. Fakat bunun aksinin kararlaştırılarak, faiz alacağının anaparadan ayrı devri de mümkündür

Faiz Borcunun Kaynakları

Faiz borcu anaparanın bir oranı veya yüzdesi olarak ortaya çıkar. Faiz borcu ancak bir hukuki ilişkiden ya da kanun hükmünden veya mahkeme kararından doğar. Ancak faizin oranı, hukuki işlem, kanun veya örf ve adet ile belirlenir. Taraflar düzenledikleri bir sözleşmede bazı durumların gerçekleşmesine bağlı olarak anapara faizi ve temerrüt faizi ödeme yükümlülüğü borcu kararlaştırabilirler. Kararlaştırılan bu faize akdi faiz denir. Taraflar arasındaki ilişkinin ticari olup olmamasına göre hukuki ilişkiden kaynaklanan faiz borcunda bazı farklar ortaya çıkar.

Faiz borcunun diğer kaynağı da kanundur. Buna kanuni (yasal) faiz de denir. Kanundan kaynaklanan faiz genellikle sözleşmede hüküm bulunmayan hallerde hüküm ifade etmek üzere düzenlenir. Sözleşmeden doğan anapara veya temerrüt faizi oranlarının sözleşmede gösterilmemiş olduğu hallerde “kanuni faiz oranları” uygulanır. Anapara faizi ve temerrüt faizinin doğrudan doğruya kanundan doğduğu hallerde faiz oranlarının yine kanun tarafından belirlenmesi söz konusudur. Kural olarak temerrüt faizinin kaynağı kanundur. Ancak sözleşme ile kanuni sınırlara uyularak temerrüt faizinin belirlenmesi Türk Borçlar Kanunu 120/2 gereğince mümkündür.

Haksız fiil ve sebepsiz zenginleşmede taraflar arasında bir sözleşme ilişkisi olmadığından, doğrudan temerrüt faizinin uygulanması söz konusu olur. Haksız fiilde temerrüt için ihtarın gerekmediği yolunda açık bir yasa hükmü yoktur. Ne var ki, müşterek hukukun “Gaspeden daima temerrüt halindedir” şeklindeki genel ilkesi, günümüzde de uygulama yerine sahiptir. Bu ilkeye göre, haksız fiilin faili daima temerrüt halinde bulunduğu için zaten gerçekleşmiş olan temerrüdü sağlamak üzere alacaklının bunlara ayrıca bir ihtarda bulunması gerekmez. Haksız fiil tarihinden itibaren temerrüt faizi yürütülmelidir.

Sebepsiz zenginleşmede davacının geri alma hakkının, buna karşın davalının geri verme borcunun doğması, bunların mal varlıklarının birbirinin zararına ve yararına olmak üzere karşılıklı yoksullaşma ve zenginleşmelerine bağlıdır ve bunun doğal sonucu olarak da, kural olarak, bu geri alma hak ve borcunun doğum anı, sebepsiz yoksullaşma ve zenginleşme olgularının gerçekleştikleri andır. O halde geri isteme hakkının kapsamı da kural olarak, anılan hak ve borcun doğdukları tarihten daha önce belirlenemez. Zira, geri alma, bu yoksullaşma ve zenginleşmenin sonucudur ve bu olgular gerçekleşmeksizin geri alma söz konusu değildir.

Şu durumda; sebepsiz zenginleşmede geri verme borcu, zenginleşmenin geçersiz bir nedene dayanması durumunda hemen; geleceğe yönelik bir neden bulunuyorsa onun oluşmadığı an; var olan bir neden bulunuyorsa da onun ortadan kalktığı zaman doğmuş olur. Edim yerine getirildiği sırada geçerli bir hukuksal nedenin bulunmasına karşın sonradan bu neden ortadan kalkmış olursa, bu durumda sebepsiz zenginleşme, nedenin ortadan kalktığı an meydana gelir.

Türk Borçlar Kanunu’nun 117/2. Maddesi hükmünce, sebepsiz zenginleşenin iyiniyetli olması halinde bildirim tarihinden itibaren, iyiniyetli olmaması halinde zenginleşmenin gerçekleştiği (haksız iktisap) tarihten itibaren temerrüt faizi istenebilir.

01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda faizle ilgili olarak hukukumuzda ilk defa hem anapara faizi hem de temerrüt faizi bakımından somut sınır getiren, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda karşılığı bulunmayan genel nitelikte, emredici ve sınırlayıcı düzenlemeler yapılmıştır. Genel düzenlemeler olan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 88. maddesinde akdi faiz, 120. maddesinde temerrüt faizi ve 253/3. maddesinin 10. bendinde taksitli satışlarda alıcının temerrüde düşmesi halinde temerrüt faizi düzenlenmiştir. Anılan düzenlemeler ile hukuki ilişkilere uygulanacak faize ilişkin kanuni çerçeve belirlenmiştir.

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun hükümlerinde, borçluyu koruyan genel sınırlayıcı bir faiz düzenlemesi yer almamıştır. Ancak 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanununda sadece özel bazı hukuki ilişkilerde faizle ilgili tüketiciyi koruyucu hükümlere yer verilmiştir. 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümlerinde yer verilmeyen genel faiz limitleri, Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiştir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu, bir hukuki ilişkide tarafların aralarında uygulanacak akdi anapara (sermaye) ve temerrüt faizini sözleşmeyle belirlememiş olmaları halinde uygulanacak faiz oranının belirlenmesini yürürlükteki faiz mevzuatına bırakmıştır. Kanun koyucu uygulanacak faiz oranının sözleşmede kararlaştırılmaması halinde uygulanmak üzere Türk Borçlar Kanunu’nda sabit bir oranı belirlemek yerine, sık değişikliğe uğraması nedeniyle ekonomik koşullardaki dalgalanmalar karşısında güncelliğini yitirmesi olasılığı düşük olan faiz mevzuatına gönderme yapmayı tercih etmiştir.

Kanun koyucu, gönderme yapılan faiz mevzuatına göre bulunacak faiz oranlarına da üst sınırlar getirmiştir. Kural olarak taraflar sözleşme ile anapara (sermaye) faizi ve temerrüt faizi yıllık oranını serbestçe belirleyebilirler. Ancak bu serbestinin de bir üst sınırı vardır. Kanun koyucunun belirlediği üst sınırlarla, Anayasanın 2. Maddesinde yer alan sosyal devlet ilkesinin bir gereği olarak zayıf tarafı korumayı amaçladığı anlaşılmaktadır.

Para borçları dışındaki borçlarda faiz borcu doğmayacağı gibi para borcunun söz konusu olduğu her halde borçlunun mutlaka faiz ödemesi gerekmez. Taraflar arasında düzenlenen sözleşmede borcun konusu; belirli veya belirlenebilir bir tutarı veya meblağı alacaklıya ödeme yükümlülüğü ise o zaman bir para borcundan söz edilir. Bazı sözleşmelerin (bankalarca düzenlenen kredi sözleşmesi gibi) konusu doğrudan doğruya paradır. Ancak özellikle karşılıklı borç yükleyen sözleşmeler olmak üzere birçok borç ilişkisinin konusunu yine “para” oluşturur. Para borçları belirli miktarda olduklarından, meblağ ya da değer borçları olarak da ifade edilirler. Sözleşme ile para borçlarında Türk Borçlar Kanunu’nun 99. maddesi gereğince ülke parası ya da ülke parası dışında başka bir para birimiyle ödeme yükümlülüğü kararlaştırılabilir.

Türk Borçlar Kanunu 99/2’de yer alan borçların yabancı parayla belirlenmesi nedeniyle borcun ifası düzenlenmesine göre; “Ülke parası dışında başka bir para birimiyle ödeme yapılması kararlaştırılmışsa, sözleşmede aynen ödeme veya bu anlama gelen bir ifade bulunmadıkça borç, ödeme günündeki rayiç üzerinden ülke parasıyla da ödenebilir.” Bu yasal düzenleme gereğince bir sözleşmenin tarafları yabancı para borçlarını yabancı para veya ülke parasıyla ödeme konusunda seçimlik hakka sahiptir. Taraflar sözleşmeyle serbestçe yabancı para ile ödemeyi kararlaştırabilirler. Ancak uyuşmazlık halinde mahkemenin haksız fiil, sebepsiz zenginleşme ve nafaka borçlarının yabancı parayla ödenmesine karar vermesi mümkün değildir. Uygulamada, zararın giderilmesinde amaç haksız fiil tarihinde zarar görenin mal varlığında bu fiilden kaynaklanan azalmanın giderilmesidir.

SONUÇ

Faiz, para alacağının medeni (yasal) semeresidir ve para borçları dışındaki borçlarda faiz borcu doğmaz. Türk Borçlar Kanunu 99. maddesi gereğince konusu para olan faiz borçları ülke parası ile ya da yabancı para ile ödenmesi sözleşme ile kararlaştırılabilir.

Anayasanın 2. maddesinde ifadesini bulan sosyal devlet ilkesinin bir gereği olarak, uygulamada örnekleri sıkça görülen olağanüstü faiz oranları karşısında, borçluların korunmaları amacıyla sözleşme serbestliği ve irade özerkliğine müdahale ederek bu emredici hükümlerle, anapara faizi, temerrüt faizi ve taksitle satış sözleşmelerinde temerrüt faizine sınırlamalar getirmiştir. Kural olarak Türk Borçlar Kanunu’na tabi adi işlerde taraflar sözleşme ile ülke parası ya da yabancı para borçlarında anapara (sermaye) faizi ve temerrüt faizi ödeneceğini kararlaştırırken yıllık oranı serbestçe belirleyebilirler. Ancak hukukumuza belirli sınırlamalar kanunla getirilmiştir.

Taraflar sözleşme ile anapara (sermaye) faizi ödeneceğini kararlaştırıp oranı belirlememişlerse, bir başka anlatımla faiz ödenmesi gereken hallerde oranı sözleşme ile tespit edilmemiş ise; kanuni yılık anapara ve temerrüt faiz oranı % 9’ dur. Yabancı para borçlarında kanuni yıllık faiz oranı 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun m. 4/a’ya göre belirlenir. Ön ödemeli taksitle satış sözleşmesinde alıcının bir veya daha çok ön ödemede temerrüde düşmesi durumunda satıcı, vadesi gelmiş taksitleri veya satış bedelinin tamamını bir defada ödenmesini istiyorsa anılan bedellerle birlikte temerrüt faizini Türk Borçlar Kanunu m. 120’deki sınırlandırmalar çerçevesinde isteyebilir. Ödeme süresi bir yıldan uzun veya belirsiz olan sözleşmelerde satıcı, alıcıya ödenmesi gereken ortalama banka mevduat faizini aşan zararlarının karşılanmasını isteyebilir.

Türk Borçlar Kanunu 76. maddesi gereğince davacı lehine hükmedilen tazminat miktarı geçici ödemeyi aştığında ya da dava tümden reddediliğinde; davacı yanca alınan geçici ödeme sebepsiz zenginleşme oluşturacağından, ödemenin fiilen yapıldığı tarihten işleyecek yasal faizi (yasal temerrüt faizi) ile birlikte geri verilmelidir.

Türk Borçlar Kanunu 388. Maddesi ve 121/3 maddesi uyarınca faizin anaparaya eklenmesi suretiyle bulunan tutara yeniden faiz yürütülmesi şeklinde işletilen bileşik faiz yasaklanmıştır. Yalnızca Türk Ticaret Kanunu’nda sayılan 3 istisna halde bileşik faiz uygulanabilir.