BOŞANMA DAVALARINDA VELAYETİN TAKDİRİNDE ÇOCUĞUN BEYANININ ÖNEMİ

BOŞANMA DAVALARINDA VELAYETİN TAKDİRİNDE ÇOCUĞUN BEYANININ ÖNEMİ

1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın 41.maddesinde toplumun temeli olarak tanımlanan aile, bireyin gelişimi ile topluma uyum ve katılımlarının sağlandığı ilk birimdir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 41.maddesi düzenlemesi ile ,ailenin toplum düzenindeki önemine binaen devlete, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocuklarının korunması için gerekli tedbirleri almak, teşkilat kurmak ödevi verilmiştir.

Toplumsal gelişme ve değişmeler aile kavramına yüklenen anlamın ve çocuğun aile içindeki konumunun tarihsel süreçte değişikliklere uğramasına neden olmuştur. Evlilik birliğini devam ettirmek istemeyen eş/eşlerin talebi üzerine, boşanma sebebinin varlığı hâlinde hakim boşanmaya veya ayrılığa karar verebilir.  Boşanma ve ayrılık sürecinden en fazla etkilenen ,şüphesiz çocuklardır. Tüik verilerine göre kesinleşen boşanma davaları sonucunda 2022 yılında 180 bin 954 çift boşanırken bu boşanmalardan  180 bin 592 çocuğun etkilendiği belirlenmiştir. Boşanma kararının en önemli sonucu, evlilik birliği içerisinde anne baba tarafından birlikte kullanılan velayet hakkının , boşanma sonrası ebeveynlerden hangisine tanınacağı ve çocuk ile velayet hakkı kendisine verilmeyen ebeveyn/ebeveynler  arasındaki kişisel ilişkinin sınırlarının düzenlenmesi hususlarıdır.

TÜRK HUKUKUNDA VELAYET KAVRAMININ TARİHSEL GELİŞİMİ

Tarihsel süreçte İslamiyet öncesi dönemde Türk hukukunda , savaş ve babanın ailenin yanında bulunmadığı durumlar dışında velayet hakkına sahip olan kişi babaydı. İslamiyet’in kabulü ile Türk hukukunda, İslam hukukundan etkisinin belirgin olarak artması neticesinde velayet hakkı da İslam Hukuku çerçevesinde düzenlenmiştir .İslam hukukunda velayet hakkı 3 ana başlık altında toplanmıştır: Çocuğun şahıs haklarına ilişkin yetki , çocuğun mal varlığının idaresine ilişkin velayet , çocuğun bakımı, eğitilmesi ve  yetiştirilmesine ilişkin velayet (hidâne).Çocuğun eğitim ve yetiştirilmesi anne ve baba tarafından birlikte yürütülen bir hak iken , velayet bütün olarak babaya ait bir hak olarak kabul edilirdi. Babanın ölümü ile velayet doğrudan anneye geçmez, çocuğa vasi atanırdı. Annenin çocuğa vasi olarak atanmasında engel olmamakla birlikte ,annenin vasi olabilmesi için belli şartları taşıması gerekirdi.

Fransız devrimi sonrası sanayileşme ve kentleşme hareketi, toplum yapısının değişerek geleneksel düşünce yapısından uzaklaşılmasıyla baba hakim otoriter aile yapısı yerini anne ve babanın eskiye kıyasla daha eşit hak ve yetkilere sahip olduğu çekirdek aile yapısına bırakmıştır .Gelişmeler ,çocuğun toplum düzenindeki konumunu değiştirmiş, çocuğun toplum düzenindeki öneminin kavranması ve insan haklarında yaşanan gelişmelere paralel olarak  çocuğun korunması amacıyla hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Bu kapsamda çocuğun savaşın olumsuz etkilerinden ve her türlü istismardan  korunması ,çocuğun eğitiminin ve yetenekleri doğrultusunda yeni dünya düzenine kazandırılması amacıyla 1924’te Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi yayınlanmıştır. 1948 yılında  Birleşmiş Milletler tarafından İnsan Hakları Bildirgesinde ana ve çocukların özel bakım ve yardım görme hakkına sahip olduğu ve  bütün çocukların , evlilik içi veya dışı doğmuş olmalarına bakılmaksızın aynı sosyal korunmadan yararlanacağı vurgulanmıştır. Ancak tüm bu düzenlemelerin çocuk haklarının korunması için yeterli olmaması üzerine Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi rehberliğinde hazırlanan Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi 20 Kasım 1989 yılında kabul edilmiş, sözleşme üye ülkeler tarafından imzalanarak yasa haline getirilmiştir. Birleşmiş Milletler Çocuk hakları Sözleşmesi ile benimsenen temel ilkelerden, velayet hukuku bakımından en önemlisi çocuğun yüksek yararı  ilkesidir.  Çocukların korunması için evrensel ilke ve standartları belirleyen sözleşme, en fazla ülkenin onayladığı insan hakları belgesidir ve Türkiye dahil 196 ülke sözleşmeye taraf olmuştur.

Tüm bu gelişmeler ışığında, kadının toplumda aktif rol oynamaya başlaması ve kadın-erkek eşitliğinin aile kurumu içerisinde de benimsenmesi ve anne-babanın eşit söz hakkına sahip olmasını sağlamak amacıyla, 4721 sayılı yasa düzenlemesi ile  evlilik birliği içerisinde  anne ve babanın velayet hakkı konusunda eşit haklara olduğu kabul  edilmiş, kanun hükümleri ile aile birliği içinde ve aile birliğinin hiç kurulmamış olduğu ya da bozulduğu hallerde  anne ve çocuğun korunması için düzenlemeler getirilmiştir.

VELAYET KAVRAMI VE VELAYETİN KAZANILMASI

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun da ifade ettiği üzere  velayet ; çocukların bakım, eğitim, öğretim ve korunması ile temsil görevlerini, bunların yanında  çocukların kişiliklerine ve mallarına dair hakları, ödevleri, yetkileri ve yükümlülükleri  kapsar. Velayet ,kural olarak çocukların ,istisnai olarak ergin olan  kısıtlıların gelişimi, korunması ,bakımı, mallarının idaresi ,gözetimi ve temsilini sağlamaya yönelik hak ve sorumluluklar bütünüdür. TMK’nin 340. maddesi uyarınca;  anne ve baba çocuğu eğitmek ve onun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlâkî ve toplumsal  gelişimini sağlamak ile sorumludurlar . Ana babaya çocuğu olanaklarına göre eğitirerek onun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlâkî ve toplumsal gelişimini sağlamak ve korumak yükümlülüğü getiren velayet hakkı kullanılırken ,olgunluğu ölçüsünde çocuğa hayatını düzenleme olanağı tanınmalıdır. Velayetin ana-babaya tanınmış bir hak olmanın yanında bir görev olması velayet ile ana-babaya tek yanlı bir egemenlik yetkisi tanınmadığının göstergesidir .Velayet ile veli, çocuğun menfaatini gözeterek hareket etme yükümlüğü altına girmektedir.

4721 sayılı Kanun gereğince; ana ve baba, çocuğun bakım ve eğitimi konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak gerekli kararları alır ve uygularlar. Türk Ceza Kanunu ve Çocuk koruma Kanununda “çocuk” ,18 yaşını doldurmamış kişi olarak tanımlanmıştır . Türk Medeni Kanunu kapsamında çocuk kavramı açıkça tanımlanmamış olsa da, kanunun “çocuk” kavramının kapsamını hısımlık ilişkisi merkezli ele alarak çocuk kavramı ile  ana ve  babanın soyundan gelen ve onlara soybağıyla bağlı olan kişiyi ifade ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim Türk Medeni Kanununun velayeti düzenleyen 355 .maddesi hükmünde de ,ana babanın velayet hakkı ,“ergin olmayan çocuk” bakımından düzenlenmiştir.

01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunu gereğince  evlilik birliği içerisinde anne –baba çocuk üzerindeki velayet hakkını birlikte kullanmakta ,velayetten doğan ve hak ve yükümlülüklere birlikte sahip olmaktadırlar. Velayet hakkı  ,çocuğun doğumu ile ya da mahkeme kararıyla kazanılabilir. Evlilik birliği içerisinde sağ ve tam olarak doğan çocuğun  velayeti anne ve babaya ait olur. Çocuğun evlilik birliği dışında doğmuş olması hâlinde doğumla beraber anne ile çocuk arasında soy bağı kurulacağından velayet hakkı anaya aittir. Babanın velayet hakkına sahip olabilmesi  için öncelikle evlilik birliği dışında  doğmuş çocuk ile baba arasında  soy bağının kurulmuş olması gerekir. Boşanma durumunda ise hâkim velayet hakkını eşlerden birine verebilir. Boşanma hâlinde ortak velayete karar verilip verilemeyeceği hususu ise tartışmalıdır.

Medeni Kanunda ortak velayete hükmedilmesini mümkün kılan herhangi bir düzenleme yer almamaktadır .Yargıtay ,önceki içtihatlarında ortak velayetin Türk Kamu düzenine aykırı olduğu gerekçesiyle ortak velayete hükmedilemeyeceği yönünde pek  çok karar vermiştir. Ancak Yargıtay 20.02. 2017 tarih   2016/15771 esas sayılı kararında bu köklü içtihadından dönerek “ortak velayet” düzenlenmesinin, Türk kamu düzenine “açıkça” aykırı olduğunu ya da Türk toplumunun temel yapısı ve temel çıkarlarını ihlal ettiğini söylemenin mümkün olmadığına hükmetmiştir. Bu değişikliğin en önemli dayanağı ,Türkiye’nin de taraf olduğu  Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 3. Maddesi ile düzenlenen “çocuğun yüksek menfaati” ilkesi ile  1 Ağustos 2016 tarihinde Türkiye’de yürürlüğe giren ve ortak velayet düzenlemesine imkan tanıyan Avrupa İnsan Hakları  Sözleşmesi Ek 7 nolu Protokolüdür. Ek 7 nolu Protokol’ün 5. maddesi “Eşler, evlilik bakımından, evlilik süresince ve evliliğin bitmesi halinde, kendi aralarındaki ve çocuklarıyla olan ilişkilerinde, özel hukuk niteliği taşıyan hak ve sorumluluklar açısından eşittir. Bu madde, devletlerin çocuklar yararına gereken tedbirleri almalarına engel değildir.” hükmünü içermektedir.

Velayet hakkının ana-baba ve evlat edinen olmak üzere sınırlı sayıda kişiye tanınmış olması ,hakkın çocuğun malvarlığı ve şahıs varlığı ile gelişimi üzerinde çok geniş yetkileri  kapsıyor olmasındandır. Velayet hakkı, ana babanın kişilik haklarındandır ve ana babanın kişiliğine sıkı biçimde bağlıdır. Ana babanın kişiliğine sıkı sıkıya bağlı olan velayet hakkı başkalarına devredilemez, sınırlandırılamaz ,bu haktan feragat edilemez ve mahkeme kararı olmaksızın ortadan kaldırılamaz.

ÇOCUĞUN YARARI PRENSİBİ

Velayetin asıl amacı çocuğun yetiştirilmesi ve geliştirilmesi olduğundan velayet hakkı  anne-baba menfaatine tanınmış bir ayrıcalık olmayıp çocuğun yararı için anne babaya verilmiş yükümlülüktür. Velâyetin nihai amacı, henüz erginliğe ulaşmamış küçüğün, ileride bir yetişkin olarak gelecekteki hayata hazırlanmasını sağlamaktadır .Velayet kapsamında çocuğun üstün yararı öyle ön plandadır ki ,çocuğun menfaati ile ana ve/veya babanın menfaatinin çatıştığı durumlarda dahi ana baba çocuğun yararını gözetmek zorundadır. Herhangi bir ihtilaf nedeniyle çocuğun menfaatinin tehlikeye  düştüğü durumlarda , hâkim, anne ve /veya babanın kararlarına müdahale ederek çocuğun yararı ilkesi kapsamında önlemler alabilir .

Çocuğun yararı kavramı Medeni Kanunda açıkça tanımlanmamış , TMK ‘nin 182/2. maddesinde; velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlak bakımından yararlarının esas tutulacağı düzenlenmiştir. Kanunda sayılan ölçütler örnekleme niteliğinde olup ,sınırlı sayıda değildir.

Velayette çocuğun üstün yararının gözetilmesi ilkesi , BM Çocuk Haklarına Dair  Sözleşmenin 3. maddesinde “çocuğun üstün yararı” şeklinde ifade edilmiş; Sözleşmenin 18. maddesinde, Çocuğun yetiştirilmesi ve geliştirilmesi sorumluluğu ilk önce ana–babaya ya da durum gerektiriyorsa yasal vasilere düşer. Bu kişiler her şeyden önce çocuğun yüksek yararını göz önünde tutarak hareket etme zorunlulukları vurgulanmıştır. Bu çerçevede Yargıtay Hukuk Genel Kurulu , 2011/2-547 sayılı kararında velayetin kamu düzenine ilişkin olup bu hususta ana ile babanın istek ve beyanlarından ziyade çocuğun menfaatinin dikkate alınmasının zorunlu olduğunu vurgulamıştır.

Yargıtay 2.Hukuk Dairesi 2016/8726 E. 2018/610 sayılı kararında velayet düzenlemesi yapılırken; göz önünde tutulması gereken temel ilkenin “çocuğun üstün yararı” olduğu, çocuğun üstün yararını belirlerken onun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaki ve toplumsal gelişiminin sağlanması amacının gözetilmesi gerektiği vurgulanmış , ana ve babanın yararlarının, boşanmadaki kusurları, ahlaki değer yargıları, sosyal konumları gibi durumlarının, çocuğun üstün yararını etkilemediği ölçüde göz önünde tutulacağı hüküm altına alınmıştır.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi   2021/2572 E.  ,  2021/4104 sayılı kararında velâyet kendisinde bulunan anne veya babanın, çocukla ilgili yapacağı her türlü iş ve işlemde çocuğun üstün yararını koruması gerektiğinin tartışmasız olduğu ifade edilmiş çocuğun üstün yararı doktrin ışığında açıklanmıştır;

Çocuğun üstün yararı, çocuğu ilgilendiren her işte göz önüne alınması zorunlu olan ve belirli bir somut olayda çocuk için en iyisinin ne olduğunu belirlemede dikkate alınan bir ölçüt bir kılavuzdur. Çocuğun üstün yararı çocuğun haklarını garanti altına alan bir işlev de üstlenmektedir (YÜCEL, Özge Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt 1 Sayı 2, Aralık 2013, s. 117-137). Esasın da çocuğun üstün yararına gereken önemin verilmesi, yalnızca çocuğun ya da ana babanın değil, toplumun da menfaatinedir. Çünkü çocuğun sosyal, kültürel, fiziksel ve psikolojik yönden olumlu gelişimi, ilerde toplumda zararlı davranışlarının ortaya çıkmasını da engelleyecektir (BAKTIR, Çetiner Selma, Velâyet Hukuku, Ankara 2000 s.33).

BOŞANMA  DAVALARINDA HÂKİMİN VELAYETİ DÜZENLERKEN GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURACAĞI  BAZI ÖLÇÜTLER

Boşanma davalarında aile mahkemesi hakimi velayetin aidiyetini düzenlerken  içtihatlarla belirlenmiş ölçütler çerçevesinde ,somut olayın özelliklerine göre karar verecektir. Velayetin tespitinde kanunda düzenlenmiş konuda hâkime geniş takdir yetkisi tanınmıştır.  Hâkimin ,velayetin aidiyetinde göz ardı edemeyeceği yegane ölçüt, çocuğun yararı prensibidir.

Çocuğun yararının tespitinde göz önünde bulundurulacak ilk ölçüt, çocuğun yaşıdır. Yargıtay çok sayıda kararında ana bakım ve şefkatine muhtaç küçük yaştaki çocuğun velayetinin genellikle anneye verileceğine hükmetmiştir. Ancak unutulmamalıdır ki bu ,kesin kural niteliğinde değildir. Ana bakımına muhtaç bulanacak kadar küçük yaşta olmasına rağmen  ana yanında kalmasının  çocuğun gelişmesine engel olabileceği ispatlar nitelikte ciddi ve inandırıcı deliller bulunuyorsa, çok küçük yaştaki çocukların velayetlerinin babaya verilmesi mümkün olabilmektedir. Küçük yaştaki çocukla doğumundan itibaren baba ilgilenmişse ,küçük  fiilen baba yanında kalıyor anne de çocukla ilgilenmiyorsa, küçüğün velayeti babaya verilebilir. Hakim burada çocuk açısından yararlı ve sakıncalı durumları değerlendirerek bunlar arasında denge kurmalı  ve velayetin tespitinde çocuğa yarar sağlayacak etkenler arasında çocuk için en önemlilerini göz önünde bulundurmalıdır. Çocuğun yararı gerekli kıldığında ,anne sütüne muhtaç küçüğün bile velayetinin babaya verilmesine karar verilebilir ancak unutulmamalıdır ki  bu, annenin bulaşıcı hastalığa sahip olması, akli dengesinin çocuğa zarar verebilecek nitelikte yerinde olmaması gibi istisnai durumlarda söz konusudur. Kural olan ,anne bakım ve şefkatine muhtaç özellikle 3 yaşın altındaki çocuklarda velayetin anneye verilmesidir.

Çocuğun yararının belirlenmesinde diğer ölçütlerden bazıları; çocuğun cinsiyeti, boşanma sonrasında eşlerden birinin evlenerek çocuğa aile ortamında yaşama şansı sunma ihtimalinin bulunup bulunmadığı ,  ana-babanın çocuğa şahsen bakma imkân ve zamanının bulunup bulunmadığı ,ana babanın çocuğa karşı ilgileri ve çocuğun velayeti konusunda isteklilikleri, ana-babanın çocuğu eğitme yetenekleri ,çocuğun alıştığı çevre ana –babanın boşanmadaki kusur durumları, kardeşlerin ayrılmaması ,çocuğun ahlaki ve sosyal gelişimidir .Ancak bu ölçütler sınırlı sayıda olmayıp Yargı kararları çerçevesinde şekillenmiştir. Bu ölçütlerin değerlendirilmesinde ve velayetin düzenlenmesinde hakimin ana-babayı ve çocuğu mahkeme huzurunda ya da pedogog -psikolog nezdinde dinleyerek tarafların iradeleri tam ve doğru olarak önem arz etmektedir.

Çocuğun yararı ölçütünün yanında ,somut olayın özellikleri göz önünde bulundurularak kullanılan bazı ölçütler vardır . Yargıtay Hukuk Genel Kurulu         2010/2-649 Esas  ,  2010/683 sayılı kararında ayrılık ve boşanma durumunda velayetin düzenlenmesindeki amacın,  küçüğün ileriye dönük yararları olduğunu yani  velayetin düzenlenmesinde asıl olan, küçüğün yararını korumak ve geleceğini güvence altına almak olduğunu vurgulamış velayetin düzenlenmesinde kıstas kabul edilen  ölçütler hakkında şu ifadelere yer vermiştir;

… çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimini engelleyen ve süreklilik arz edeceği anlaşılan her olay, tehlikenin büyüklüğü, doğuracağı onarılması güç sonuçlar değerlendirilerek ele alınmalı ve neticeye varılmalı; velayetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde öncelikle çocuğun yararı göz önünde tutulmalıdır. Bu kapsamda, tarafların çocuğunun cinsiyeti, doğum tarihi, eğitim durumu, kimin yanında okumakta olduğu, talepte bulunanın çocuğun eğitim durumu ile ilgilenip ilgilenmediği, sağlığı, sağlık durumuna göre tedavi olanaklarının kimin tarafından sağlanabileceği gibi özel durumuna ilişkin hususlar göz önünde tutulmalıdır. Velayetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde ana babadan kaynaklanan özelliklerin de dikkate alınması kaçınılmazdır. Bu nedenle, mahkemece çocuğu başkasına bırakma, ihmal etme, kaçırma, iradi olarak terk etme, yönlendirme hususları ile tarafın velayet talebinin olup olmaması, şiddet uygulaması, sadakatsizliği, ekonomik durumu, mesleği, yaşadığı ortam, kötü davranışı, alkol bağımlılığı, sağlığı, dengesiz davranışları dikkate alınmalıdır.

Mahkemece, açıklanan özellikler yanında mümkün oldukça çocuğun alıştığı ortamın değiştirilmemesine, kardeşlerin ayrılmamasına özen gösterilmeli, velayetin verileceği taraf yanında kalmasının çocuğun bedeni, fikri, ahlaki gelişmesine engel olup olmayacağı yönünde ciddi ve inandırıcı delil olup olmadığı veya hemen meydana gelecek tehlikenin varlığının ispat edilip edilemediği hususları da mutlaka değerlendirilmelidir.”

VELAYETİN TAKDİRİNDE ÇOCUĞUN BEYANININ ÖNEMİ

Boşanmanın feri sonuçlarından olan velayeti, hakim resen ya da talep üzerine göz önünde bulundurarak kararda düzenler. Çocuğun üstün yararı ilkesinin gözetilmesinin tabi sonuçlarından biri ,çocuğun velayete ilişkin beyanının alınarak fikrinin tam ve doğru olarak anlaşılmasıdır. Türk Hukukunda Yargıtay, Çocuk Hakları Sözleşmesinin 12.maddesi , Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin 3. ve 6. Maddeleri gereğince , gerek velayet hakkının tevdii ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin boşanma davalarında gerekse vekaletin değiştirilmesi davalarında uluslararası sözleşmelere uygun olarak dinlenmesi gerektiğine hükmetmekte ve bu gerekliliğe aykırı davranarak idrak çağındaki çocuğun beyanı alınmadan verilen ilk derece mahkemesi kararlarını bozmaktadır. Nitekim hâkimin çocuğun yararına velayet düzenlemesi yapabilmesi için çocuğun isteği öğrenilmelidir.

Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin 6. Maddesi gereğince çocuğun yeterli idrak gücüne sahip olduğunun kabul edildiği durumlarda yüksek çıkarına açıkça ters düşmediği takdirde çocuğun beyanı esas alınır. Yerleşik  Yargıtay içtihatlarında  çocukların on yaşından itibaren görüş bildirebilecekleri düzenlenmiş olduğu görülmektedir. İsviçre Federal Mahkemesi ise 2005 yılında vermiş olduğu birlik kararında çocukların kural olarak 6 yaşını doldurmalarından itibaren görüş açıklayabileceklerini kabul etmektedir. Çocuğun,baskı ya da tarafların  yönlendirmesi altında  gerçek isteğini açıklayamadığı durumlar söz konusu olabileceğinden çocuğun beyanlarını tek başına değil, onun tüm davranışları ve genel tutumu, ana baba ile ilişkileri, ana babanın çocuğa karşı tutumu, kısaca çocuğun ve ana babanın içinde bulunduğu tüm şartlar göz önünde bulundurularak değerlendirmek gerekir.

SONUÇ

Velayet, çocuğun kişivarlığı ve malvarlığıyla ilgili anasının ve babasının sahip olduğu çocuğun yararına tanınmış olan hak ve yükümlülüklerdir. Velayetin düzenlenmesinde Yargı kararları ışığında benimsenmiş pek çok ölçüt mevcut iken bunlardan en önemlisi çocuğun üstün yararı ilkesidir .Çocuğun üstün yararının temini ancak ,idrak çağındaki çocuğun velayetin düzenlenmesi öncesinde ,çocuğun beyanının alınması ile mümkündür İdrak çağı çocuğun zihinsel gelişimine paralel olarak değişmekle beraber ortalama 10 yastır. Çocuğun beyanlarının hem velayetin tespitinde hem de velayetin değiştirilmesinde ,hâkimin kararına gerekçe oluşturan en önemli hususlardan biridir. Bu noktada aile mahkemesi hâkimi ,çocuğu psikolog-pedogog nezaretinde ve bilhassa mahkeme huzurunda dinleyerek çocuğun açık ve doğru iradesini tespit etmeli, çocuğun kararını etki ve-veya baskı altında verdiğine dair şüphe uyandıracak bir husus mevcut değilse ,çocuğun isteklerine en yakın ve çocuğun üstün yararını büyük oranda sağlayacak şekilde karar vermelidir. Çocuğun dinlenmesi ve velayet konusundaki istekleri hâkim için önemliyken ,hâkimin bu beyanlarla bağlı olmadığı ve takdir yetkisi kapsamında ,çocuğun menfaatini daha fazla koruması hâlinde çocuğun beyanının aksine karar verilebileceği unutulmamalıdır.